Fil geçti köprüsü hikayesi ve tarihi

Erzurum fil geçti köprüsünün hikayesi

Erzurum Fil Geçti Köprüsü’nün tarihi 1400’lü yılların başında Osmanlı devleti ile Timur arasında ilişkiler bozulmasıyla başlamıştır. Timur ile Yıldırım Beyazıt arasındaki çıkan karışıklık Ankara savaşına zemin hazırlıyordu ki öylede oldu sonunda iki tarafta da savaş kararı aldı.

Ankara savaşının seyrini özellikle okumanızı ve öğrenmenizi öneririm aşağıda savaş ile ilgili bilgi edinebileceğiniz bir video bırakıyorum.


Çubuk ovasında 1402 yılında Ankara Savaşı ile Osmanlı Devleti Timur’un ordusuna yenilir ve fetret devrine girer. İşte bu savaşa giden Timur’un geçtiği mekânlardan biride Dere Mahallesi diğer adı ise (Bosna Caddesi)dır. Bir rivayete göre bir maymunun Erzurum’dan Ankara’ya ayağı yere değmeden ağaçların üzerinde gidebilmekteydi ancak Timur’un devasa fil ordusu bu güzergâhtan geçtiği için orman alanlarını tahrip etmiştir.

Timur ordusundaki fillerine çok güvenir, bakımlarına da özen gösterirmiş. Timur ve ordusu Erzurum’a vardıklarında dereyi gördüler ve filleri diğer tarafa taşımak için bir köprü yapmaya karar verdiler. Köprü yapılır ve filler köprüden geçer. Böylece köprünün adı o tarihten sonra fil köprüsü olarak anılır. Zamanla dere kapatılınca köprüde unutulur gider.

Köprü uzun bir zaman sadece isim olarak kalır zihinlerimizde kimse onu gün yüzüne çıkarmayı düşünmez takı belediyenin iki binli yılın başında Dere Mahallesi ile Çaykara’yı birleştiğine kadar. Eski köprüden günümüze her hangi bir kalıntı kalmamıştır. Bugün yeni yapılan köprüye Fil geçti köprüsü adı verilmiştir.

Fil geçti köprüsünü henüz görmemiş ve görmek isteyenlerden misiniz? Öyle ise sizin için aşağıya bıraktığım yol tarifini takip edebilir ve bu tarihe adını yazdırmış yapıyı yakından inceleyebilirsiniz.

Erzurum hakkında bilgi

Erzurum hakkında bilgi
Erzurum hakkında bilgi

Doğu Anadolu’nun en büyük şehri ve bölgenin ekonomik, ulaşım ve kültür açısından önemli bir merkezi olan Erzurum, zengin tarihi geçmişiyle öne çıkıyor. Romalılar, Urartular, İlhanlılar, Sasaniler, Araplar ve Selçuklular gibi farklı kavim ve milletler tarafından yönetilen Erzurum’da, Osmanlılar, kent ve çevresini fethettikleri 1514’ten 1923 yılına, Türkiye Cumhuriyeti kurulana dek, bu topraklarda hüküm sürmüşlerdir. Böylesine önemli ve hassas bir bölgede bulunan Erzurum, coğrafi konumu ve konumunun avantajları nedeniyle tarihsel olarak çeşitli devletler tarafından yönetilmiş ve idari açıdan dikkat çekici bir bölgenin merkezi olmuştur.

Öte yandan Kent’in sahip olduğu bu coğrafi avantaj, aynı zamanda özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda yaşadığı savaş ve işgaller nedeniyle Cumhuriyet dönemine harap bir kent olarak girmesine ve geçmiş dönemlerdeki öneminin büyük ölçüde azalmasına yol açmıştır. Kentsel nüfusun sosyo-ekonomik gelişmeyle birlikte sürekli değişmesi ve hareket etmesi bu gerçeğe bağlıdır. Yetersiz sosyal faaliyetlerin ve ilgili alanların, eğitim sorunlarının ve yetersiz kentsel altyapının olumsuz iklim koşullarıyla birleşmesinin de buna etkisinin olduğu söylenebilir.

Oysa Anadolu’nun ilk yerleşim yerlerinden biri olan Erzurum, üzerinde bulunduğu platosu, çevrili olduğu sıradağlar ve yaylaları ile ülkenin en yüksek ili konumunda bulunmaktadır. Erzurum; Doğu Anadolu Bölgesi’nde, kuzeyinde Artvin-Rize, batısında Bayburt-Erzincan, güneyinde Bingöl-Muş ve doğusunda Ağrı-Kars yer almaktadır. Akarsu kaynakları yönünden zengin olan kent, Fırat Nehrinin başlangıcı olan Karasu’nun yukarı havzasında kendi adı ile adlandırılan ovanın güneydoğusundaki Palandöken dizisinin Eğerli Dağı eteğinde büyükçe bir alana yayılmaktadır. Tarihi İpekyolu’nun önemli bir merkezi olan Erzurum, bugün Türkiye’deki mera alanlarının yüzde 12’sine ve su potansiyelinin yüzde 10’una tek başına sahiptir. Ayrıca küresel ve bölgesel düzeyde enerji arz güvenliğine katkı sağlayacak Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) doğalgaz boru hattının ve büyük İpekyolu’nun yeniden canlandırılmasını olanaklı kılacak Bakü-Tiflis-Kars (BTK) demiryolu hattının güzergâhları, Erzurum’dan geçmektedir. Halen sahip olduğu eğitim ve sağlık alanındaki olanaklar dolayısıyla Erzurum’un bölgede en önemli bir merkez olduğu da bilinen bir gerçektir. Bu fırsatları daha etkin kullanarak Erzurum’un çok yönlü ve önemli bir uluslararası kültür, eğitim ve kış sporları merkezi haline gelmesini sağlamak mümkündür. Tarih boyunca bir savunma kenti olarak düşünülen bu kent, artık daha çok bölgesel işbirliklerine yönelik politika tohumlarının atıldığı bir istihdam ve yönetim merkezi olmalıdır.

Tüm bunlara rağmen öncelikle Erzurum ve çevre illeri kapsayacak büyüklükte bir bölge için yeni bir sürdürülebilir bölgesel kalkınma planı geliştirilmelidir. Böyle yeni bir bölgesel kalkınma planı hazırlanırken, yöre için geçerli olan ekonomik sektörler bazında gerçekçi bir şekilde öncelik sıralaması yapılması gerekir. Bu bağlamda akla gelen ilk sektörler olarak hayvancılık, kış turizmi, eğitim, ticaret gibi sektörlere öncelik ve teşvik sağlanmalıdır. Ayrıca bu bölgesel kalkınma planının sürdürülebilir bir niteliğe sahip olması, yani ekonomik niteliğinin yanı sıra, çevre ve sosyal yönden de önem taşımaktadır. Örneğin sağlıklı ve yaşanabilir kentler oluşturmada yapılacak iyi bir planlamayla, özellikle yakın çevresel kirliliklerin üstesinden gelinebilir. Kentsel altyapı sistemleri, düzenli depolama alanları ve bertaraf alanları gözden geçirilmelidir; İşlevsel alanlar ve aralarındaki ilişkiler göz önünde bulundurulduğunda çevre sorunu yaratabilecek konulara dikkat edilmelidir. Kentlilerin temel gereksinmeleri arasında bulunan temiz hava, içilebilir su, parklar ve yeşil alanlar ile eğlendinlen olanağı sunan sağlıklı bir çevre oluşturulmalıdır. Kentliler için çok yönlü bir gereksinme olan yeşil alanların, hava kirliliğinin azaltılmasında önemli bir yutak alanları olduğu söylenebilir. Trafikten gelen hava kirlenmesinin önlenmesi için daha çok toplu taşıma sistemlerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının kirlenmemesi için su kaynaklarının yakınlarında yerleşim alanı kurulmamalı; hatta kentlerin içme suyu kaynaklarının korunması için etrafları ormanlık hale getirilmelidir. Modern bina yapım teknolojileri, ağaç-bitki canlı perdeleme sistemleri, kaynağında önleme gibi uygulamalarla kentsel gürültünün denetim altına alınmasıyla gürültünün insana erişimi azaltılabilir.

Ancak tüm bu kamusal nitelikli yakın çevresel kirliliklerin önlenmesinde ve çevrenin korunmasına yönelik hizmetlerle ilgili bütün özel ve kamu kuruluşlarının işbirliği şart olmakla birlikte, en önemli görev sorumluluğu, başta kentlilere ve ardından yerel yönetimlere düşmektedir. Nitekim çevre ve yerel yönetim mevzuatı, yerel yönetimlere çeşitli görevler vermektedir. Ayrıca şehrin fiziksel yapılarının yönetimi ve analizi konusunda diğer uzmanlardan, şehir planlamacılarından, mimarlardan, peyzaj mimarlarından ve çevre mühendislerinden, sosyolog ve psikologlardan da gerekli destek alınmalıdır.

Yorum yaz